Anasayfa / ANALİZ / Paralel devlet yapılanmasının adım adım derin tarihi!
gulen-zihni

Paralel devlet yapılanmasının adım adım derin tarihi!

Değişen İstihbarat Paradigması ve Nüfuz Casusluğunda Fetullah Gülen Hareketi-1

ZİHNİ ÇAKIR/TEKSOZHABER.COM 

Alamut kalesini bir nefsin tüm arzularını tatmin edecek güzelliklerle donatan Hasan Sabbah, devrin bütün ilimlerini öğrenmiş, Kahire’de İsmaili mezhebinin gizli sırlarını öğreten Dar’ül-Hikme’ye devam etmiş ve İran’daki İsmaililiğin ileri gelenlerinden biri olmuştur.

Yemeklerine ve içkilerine kattığı haşhaşinle uyuşturduğu müridlerini bir ölüm makinesi olarak kullanan Hasan Sabbah, Haşhaşilerden kurduğu karanlık ordusuyla bölgede yıllarca korku ve ölüm saçmıştır.

Melikşah’ın ölümünden sonra tahta geçen Sultan Sungur, İsmaililler’in üzerine ordusunu saldırıya hazırlarken, bir sabah yatağının başucuna saplanmış bir hançer görür. Birkaç gün sonra bir adam Hasan Sabbah’tan mesaj getirir: “O hançeri senin yatağının başucuna saplayan göğsüne de saplayabilir. Bizimle uğraşmaktan vazgeç.”

Hasan Sabbah’ın yetiştirip saraylara sattığı güzel kadınlardan biridir Sungur’un yatağına hançeri saplayan. Hasan Sabbah’ın güzel kadınları, saraylarda cariyelik yaparken aynı zamanda Hasan Sabbah’ın kurduğu örgüt hiyerarşisinde Şeyhü’l-Cebel olan şeyhlerine de hizmet edip emirlerini uygulamakla görevlidir.

Hasan Sabbah’ın kurduğu bu düzenin benzerleri ise daha sonra Opus Die, Evengelizm, İllüminati gibi isimler altında tarihteki yerini alır.

Mesela en dikkat çekeni, 1776 yılında Yukarı Bavyera Ingolstadt Üniversitesi kilise hukuku profesörlerinden filozof Adam Weishaupt liderliğindeki beş kişi tarafından kurulan İllüminati’dir. Özgür düşünceyi temel edinmiş üyelerden oluşan topluluk masonluğu model almıştır. Topluluk ideolojisine de “İllüminizm” adını verir. Grubun üyelerine vaat ettiği güç ve imkanların cazibesiyle, Brunswick dükü Ferdinand ve diplomat Franz Xaver von Zwack gibi pek çok önemli isim, entelektüel ve politikacı grup üyesi olur. Grup pek çok Avrupa ülkesinde şubesi açar ve on yıl içerisinde 2000’e yakın üyeye kavuşur. Edebiyat dünyasından Johann Wolfgang von Goethe, Johann Gottfried Herder ve Gotha ile Weimar de topluluk üyeliğiyle yükseliş yaşar.

Şimdi bu da nereden çıktı diyorsunuz eminim.

Ama bugünü okumak için en iyi projeksiyon geçmiştir.

Bugün anlamakta zorlandığınız birçok olay ve olguyu tarihsel izdüşümlerinden anlayabilir, geri planını bu tarihsel perspektiften resmedebilirsiniz.

Çünkü bilhassa karanlık örgütlerin tamamı geçmişteki başka örgütlerin yapılanmalarını, taban oluşturmak için sundukları cazibeleri ya da felsefeleri rehber edinmiştir.

Mesela Türkiye’de onlarca yıldır üzerindeki esrar perdesi bir türlü aralanamayan Fetullah Gülen Hareketi…

Temelinde Bediüzzaman Said-i Nursi’nin felsefesi ve geride bıraktığı Risaleleri olsa da kendi içinde anlaşılırlığı açıklamaya muhtaç bir felsefeye dönüşmüştür Fetullah Gülen Hareketi.

Onlarca yıl Dini Cemaat söylemleri ile taraftar toplayan Hareket, Adanmış Ruhlar sloganıyla pekiştirdiği mistik yapısını Hizmet adı altında ekonomik ranta dönüştürmeyi başarmıştır.

Fetullah Gülen Hareketi’nin bu mistik yapısının, üyelerinin hareketin temel felsefesiyle birlikte Gülen’e olan itaatkarlığının getirdiği avantajlar, zamanla küresel istihbarat oyunları için kullanılan “etki ajanı” kavramına birebir uyum sağlar hale gelmiştir.

Peki etki ajanından kasıt nedir?

Artık Gülenizm diye tanımlanan ve din ekseninde yapılanıp Dinlerarası Diyalog kavramları eşliğinde İslam’ın temel dinamiklerinde bir yumuşama ve saptırmaya doğru giden konjonktürel algıdan dolayı Dini Hareket tanımlamasını reddedip İnsani Hareket tanımlamasını benimseyen Fetullah Gülen Hareketi’nin merkezinden yürütülen casusluk faaliyetlerine göz atmadan, İstihbarat paradigmasındaki radikal değişimin getirdiği ETKİ AJANI kavramını açmakta yarar var.

Küreselleşme sürecine uyum sağlamak isteyen ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren kurumlar, 2000’lere girerken kabuk değiştirdi.

Hiç şüphe yok ki değişen bu kurumların başını İstihbarat örgütleri çekti. Değişen tanımlar ve kavramlar ışığında istihbarat ve karşı istihbarat kavramları bildiğimiz o nostaljik beyaz perde ajanlığının dışına çıktı.

Mesela dünyadaki her türlü kitlesel iletişimi kontrol altına alan Echolon Ağ̆ı, gökşüzünden her türlü görüntüyü temin edebilen uydu sitemleri, o bildik casusluk faaliyetlerinin tümünü yürütebilecek kabiliyeti sahip.

Bütün bu gelişmeler evrensel bazda istihbarat paradigmasında da köklü değişiklikleri beraberinde getirdi. İstihbarattaki bu paradigma değişikliği, istihbarat teriminolojisine de yeni kavramlar kazandırdı, istihbaratın konseptini değiştirdi. Sosyal-Ekonomik-Siyasal-Dinsel-Kültürel İstihbarat kavramları bunlara en somut örnekler olarak sıralanabilir.

Bu tarz istihbarat faaliyetini yürütebilmek için de Dışişleri, İçişleri, Ekonomi, Maliye, Adalet Bakanlıkları, Ulusal ve/veya uluslararası yardım kuruluşları, Özel servis veren pilot Üniversiteler, Düşünce enstitüleri, misyonerlik faaliyeti yürüten örgütler, Uluslararası yatırım yapan şirketler, Yurtdışı temsilciliği olan gelişmiş medya kuruluşları ve Haber Ajansları İstihbarat kuruluşlarının yeni paradigmasındaki potansiyel yarar sağlanacak kuruluşlara dönüştü.

Tabi bu arada İstihbarat servislerinin rolünün dee, koordinasyon, finansman, lojistik destek ve yö̈nlendirme ile sınırlı olduğunu hatırlatmakta fayda var.

İstihbaratın bu yeni paradigmasında, bu kurum ve kuruluşlar üzerinden yürütülen casusluk-ajitasyon faaliyetlerinin deşifre olma riski de yok. İstihbarat faaliyeti ve lokal operasyonlar, doğ̆rudan yada dolaylı olarak servisle ilişkili yerli işbirlikçilere, taşeronlara sipariş ediliyor. Yani etki ajanlarına, yönlendirici ajanlara daha kapsamlı ve tanımlayıcı bir deyimle NÜSUZ CASUSLARINA veriliyor bu görev.

Halk arasında MAŞA olarak da değerlendirilen bu nüfuz casusları, kamusal ve özel alanlarda farklı işlevlere sahip oluyor.

Kimi, politikacı, kimi gazeteci , kimi akademisyen, kimi diplomat, kimi hukukçu, kimi tarikat-cemaat, yüksek bürokrat ya da işadamı olarak, öncelikle madden-manen bağlılık duydukları, aidiyet duygusunu ve güvencesini hissettikleri ülke adına tüm yetkilerini kullanıyorlar. Bu bazen, devlet politikasının güdümlü olarak saptırılması; bazen, halkın din ve ırk duygularına bağlı olarak kin ve husumete sevkedilmesi; bazen, uluslararası ihalelerde devlet çıkarlarının gözardı edilerek bağlı ülke şirketlerinin tercih edilmesi şeklinde kendini gösteriyor.

Bu tanımlamalar ve tespitler ışığında Fetullah Gülen Hareketine tekrar dönecek olursak, yeni istihbarat paradigmasının dayattığı etki ajanlığı ya da nüfuz casusluğu için gerekli olan uluslararası işleve sahip kamusal ve özel alanların tamamında etkili bir hareket Gülen Hareketi. Her ne kadar etki ajanlığı için sıralanan merkezler içerisinde tarikat-cemaat şeyhleri ayrı bir başlığı oluştursa da, Gülen Hareketi, diğer tüm etki alanlarını da kapsayan bir Cemaat ve FETULLAH GÜLEN DE BU CEMAATİN LİDERİ OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR.

Artık inkar edilmeyen bir gerçek olarak, Fetullah Gülen’e bağlı okulların, şirketlerin, yayın kuruluşlarının ve kamu bürokrasisindeki uzantıların yaklaşık 30 milyar dolar gibi bir para sürkülasyonuna hükmettiği ortada.

Bu kayıtlı sermaye dışında bir de Işıkevleri de denilen cemaate ait evlerdeki toplantılarla organize edilen, himmet, burs, zekat, fitre, kurban bedeli gibi adlar altında hiçbir resmi kaydı tutulmadan bahşedilen paralar da cabası…

Gülen Hareketinin kontrolünde olan, cemaat içi hiyerarşi ile yönetilen Ulusal ve Uluslararası şirketlerin, yardım ve eğitim kurumlarının ve medya organlarının, yeni istihbarat paradigmasının dayattığı nüfus casusluğu için biçilmiş birer kaftan olduğunu inkar etmek de mümkün değil.

Kamusal ve özel alanda farklı işlevlere sahip nüfuz casuslarına yönelik evrensel tanımlamanın tümünü bünyesinde barındıran Fetullah Gülen Hareketi’nin uluslararası istihbarat oyunlarına dahil olduğuna yönelik fazlasıyla esrarengiz bir hava mevcut. Bunun en öne çıkanı Gülen’in yaşamayı tercih ettiği ABD’de derin devlet diye tanımlanan kurum ve kuruluşlarla ortak çalışmaları, FBI ile işbirliği ve Gülen’e ait medya organlarında dokunulmazlık düzeyinde kalem oynatan isimlerin ABD’deki kimi küresel istihbarat oyununun baş aktörü olan RAND Corperation, buna bağlı Jameston gibi yapılarla organik ilişkisi…

Daha öte bir tespit yapacak olursak, Fetullah Gülen ve onun yönetimindeki tüm yapılar, şimdiye kadar ABD’nin Derin Devleti olarak bilinen NSA, CIA, FBI, SDDS, NSC, RAND Corperation ile ilişkilerini inkar edecek tatminkar bir açıklamanın altına imza atmamıştır. İnkarın ötesinde Gülen sohbetlerinde, genellikle arkalarında ABD gibi bir dünya devinin bulunduğunu ima eder beyanlardan geri durmamış.

Bir detay daha ki bu ilişkinin temellerini de görmek açısından önemlidir; Fetullah Gülen Hareketine mensup Uluslararası şirketler, ABD ve gösterilen ülkelerde açtıkları şubelerle, buralara ciddi bir sermaye akışı sağlamış.

Gülen kontrollü şirketlerin ABD’deki sermaye hareketliliğinin 15-20 milyar dolarları bulduğu düşünülürse Gülen’in ABD ile olan bağımlılığına dair sorular da cevabını kendi içinde bulmakta.

Haziran 2000’de Kıta İmamı ve Hareketin ABD başkanı İsmail Büyükçelebi önderliğinde Seattle bölgesindeki toplantıyla başlayan örgütlenme, daha sonra Kanada’ya da uzanmış.

Gülen Hareketinin ABD’deki bu örgütlenme modeli, daha çok CIA ve FBI’ın çizdiği sınırlar içerisinde yürürken, başta Türk Cumhuriyetleri, Avrupa ve Uzakdoğu’daki örgütlenmesi de CIA’nın çizdiği stratejilere paralel seyretmiş.

Türk Cumhuriyetleri’nde bilhassa eğitim kurumlarının açılışı sırasında bölgede ciddi bir etkisi bulunan Alman İstihbarat Örgütü BND ile de strateji ortaklığı ve eylem birlikteliği yaptığına dair ciddi verilerin bulunduğu iddia edilirken bu yönde Hareketten bir yalanlama gelmedi.

Bölgesel ve konjönktürel gelişmeler ışığında Hareketin yapılanma ve yayılma  stratejisinin belirleyicisi kimi zaman CIA ve BND’nin yanında MOSSAD olarak da göze çarpıyor.

Mesela Hareketin Ortadoğu örgütlenmesinde ve bölgeye yönelik söylemleri ve eylemlerinde CIA’nın yanında MOSSAD’ın da strateji masasında yer aldığını söylemek yanlış bir tespit olmaz.

Bütün bu ilişkiler ağını tespit eden, bu yönde ciddi kuşkular taşıyan kimi ülkeler Fetullah Gülen’e bağlı okulları kapatır ya da devlet kontrolüne alırken, İran gibi bazı ülkeler de okulların açılmasına izin vermemiş ve Hareketin hedefine oturmuştu.

Uluslararası faaliyetleri kapsamında burada kafanızı fazla yormak istemem. Benim asıl dikkat çekmek istediğim Gülen Hareketi’nin uluslararası arenada CIA, MOSSAD, BND partnerliğiyle sergiledi Nüfuz Casusluğu değil Türkiye’de bu kapsamda dahil olduğu faaliyetleri.

Bunun için de Gülen’in “koşulsuz itaat eden müridleri” üzerinden Emniyet, Ordu, Yargı, Mülki İdare ve kamu bürokrasisine SIZDIĞI süreçten başlamanın doğru olacağı kanaatindeyim.

Fetullah Gülen Hareketi, 1980 öncesi devlet kademelerine sızma girişimlerinde bulunsa da, bunda hedeflediği başarıyı sağladığını söylemek pek mümkün değil.

Zira dönemin siyasal istikrarsızlığı, anarşizmin ve kavganın sokakları ateşe döndürdüğü bir süreçte devletin her kesime bakış açısı kuşku temelliydi.

Ancak 1980 Askeri Darbesi sonrasında oluşan ortam, Darbenin sahiplerinin CIA ve MOSSAD ile olan bağlantılarının getirdiği kamusal psikoloji Gülen Hareketi için SIZMAYA müsait ciddi bir alan açtı.

Değişen İstihbarat Paradigması ve Nüfuz Casusluğunda Fetullah Gülen Hareketi-2

GÜLENİZMİN TEMELLERİ NEREDE NASIL ATILDI?

Gülen Hareketinin devlet içerisinde Paralel bir devlet yapılanmasına gittiği iddialarının temelini oluşturan “hangi kurumlara nasıl sızdı?” sorusunun cevabını aramadan evvel Fetullah Gülen’in bugün bir çok ülkede eğitim kurumu ve küresel sermayenin 30 milyar doları aşan sirkülasyonu ile kazandığı popülaritenin gelişim sürecine göz atalım.

Fetullah Gülen, askerlik öncesi ve sonrasında Edirne Üç Şerefeli Cami’de toplam 4 yıl süre ile imamlık yapar.

Gülen’in Trakya’da bulunduğu dönemde, Mısır’da İngilizlerin Şii akımına karşı desteklediği ve Muhammed Abduh tarafından kurulan Yeni-Mutezilecilik akımının Türkiye ayağından önemli isimlerin kontrolüne girdiği öne sürülür. Bilindiği gibi yaşadığı sürgün hayatından sonra 1885’te Beyrut’a dönen Muhammed Abduh, burada Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığı bir araya getiren dernekler kurulmasına öncülük etmiş bir isimdir.

Osmanlı idaresinde bulunan Beyrut’taki faaliyetleri zararlı görülerek sınırdışı edilmesi üzerine 1888’de Kahire’ye dönen Muhammed Abduh İngilizlerin girişimleriyle 1889’da Kahire Müftüsü yapılır.

Yeni-Mutezilecilikle Gülen Hareketi arasındaki benzerlik bu iddiaları güçlendirecek verilerle doludur.

Gülen, Askerlik mükellefiyetinin acemi eğitim dönemini Ankara Mamak ve usta erlik dönemini İskenderun’da tamamlar.

HEM KOMÜNİZMLE MÜCADELEDE HEM HALK EVLERİNDE BİR VAİZ!

Askerlik sonrasında, 1963 yıllında, Erzurum’a giderek bir yıla yakın ailesinin yanında kaldı. Bu sırada Komünizmle Mücadele Derneği’nin 2. şubesinin Erzurum’da kuruluşunda yer alır. Daha sonra çok garip bir şekilde Halkevlerinin Erzurum şubesi yönetimine girer.

Gülen’i bugünlere getiren asıl sürecin mihenk taşı ise Bediüzzaman Said-i Nursi 23 Mart 1960’ta Şanlıurfa’da yaşamını yitirmesidir. Nur cemaatine bu vefatın ardından ‘Bundan sonra ne olacak’ kaygısına düşer.

Nurcuların bir kesimi, cemaatin başına bir kişinin seçilmesini isterken, bir kesimi de Said-i Nursi’nin en yakınlarından oluşan bir İstişare Heyeti’nin kurulmasını ve bu ‘Ağabeyler Konseyi’nin hareketi yönlendirmesinin uygun olacağı görüşüne sahiptir. Bazıları ise siyasi bir teşkilat kurmayı, bazıları da devlete başkaldırıp silahlı mücadele verilmesini önerir.

Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi Nur cemaatinin ağabeyleri, içlerinde en cevval ve en fedakâr gördükleri Zübeyir Gündüzalp’i bu hareketin başına seçer. Kendileri de, Zübeyir Gündüzalp’in altında bir istişare heyeti oluştururlar.

Zübeyir Gündüzalp’in lider seçilmesi, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmez. Nursi’nin sağlığında başlayan ‘Yazıcılar-Okuyucular’ bölünmesi bu kez açıkça ortaya çıkar. Said-i Nursi’nin ölümünden ve 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bu karışıklık daha da büyür.

Bu kargaşa içerisinde hareketin içinde yer alan farklı isimler lider adayı olarak öne çıksa da bunlar içerisinde en dikkat çekenler,Said Özdemir ve Erzurumlu Vaiz olarak bilinen Fethullah Gülen’di. Gülen hazırlıklarını çok daha gizli bir çalışmayla yürütüyordu.

Gülen, Nurculuğun Erzurum’da en etkili ismi Mehmet Kırkıncı Hoca, Osman Demirci Hoca (Adalet Partisi’nin Nurcu milletvekili) ve Muzaffer Aslan sayesinde cemaatle tanıştı ve onlara katılmak istedi.

1963-66 yılları arasında Edirne ve Kırklareli’nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmaları yoluyla etrafında insanlar toplamaya başlamış, Nurcuları ve diğer dini çevreleri etkilemişti. Hep ağlayan, bazen kendini yerden yere atan konuşma tarzı ile dikkatleri üzerine çekiyordu.

Fethullah Gülen, okuyuculuk, yazıcılık, silahlı mücadele gibi tarzlardan ayrı olarak “hitabet” yoluyla etkiliyordu çevresindekileri. Bir başka tarz daha geliştirdi: Açıkça Nurcu olduğunu söylemedi, Nurcu ağabeyleriyle hep mesafeli bir temas içindeydi, konuşmalarında Said-i Nursi’nin adını pek kullanmadı.

Daha Edirne ve Kırklareli’ndeyken cemaatin içinde yeni bir tarzın temsilcisi olmayı, etrafında yetiştirdiklerini devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi hedefliyordu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör’ün teşvikiyle Fethullah Gülen 1966’da İzmir’e tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi.

Burada en dikkat çekici olan, Gülen’in atandığı Kestanepazarı bölgesinin Sebatayistlerin yoğunlukta olduğu bölge olmasıydı.

Nurcular içerisinde 5 yıl süren mücadelenin en doruğa çıktığı bir dönemde gerçekleşen 12 Mart 1971 muhtırası Nurcuları da tedirgin eden bir darbe oldu. Muhtıradan hemen sonra, 2 Nisan 1971 ‘de cemaatinin lideri Zübeyir Gündüzalp hayatını kaybeder. Otorite, kontrol ve yönetme yeteneğine sahip Zübeyir Gündüzalp’in boşluğu doldurulacak gibi değildir. Nurcu Yeni Asya cemaati için, ‘Bundan sonra ne olacak?’ kaygısı yeniden başlar.

Erbakan’la yakınlaşma yıldızını parlattı

Erbakan ve arkadaşları 12 Mart’tan sonra Milli Selamet Partisi’ni kurar. MSP kısa zamanda örgütlenir ve ilk seçimde Türkiye’nin üçüncü partisi olmayı başarır. MSP’den sonra Yeni Asya cemaati en büyük dini gruptur. Fethullah Gülen ise Yeni Asya cemaatinin içinde, adeta bir uçbeyi olmuştur.

Zübeyir Gündüzalp’in ölümünden sonra Yeni Asya cemaatinin yıprandığını, MSP’nin ise gün geçtikçe güçlendiğini ve siyasi yönden de etkin olduğunu gözleyen Gülen bu rüzgarı kendi lehine çevirmeyi kafaya koyar. Kafasındaki hedeflere ulaşabilmek için, MSP’nin atak, keskin ve hareketli gençlerine ihtiyacı vardır. Bu düşünceyle MSP çevresine adamları vasıtasıyla mesajlar gönderir. Yeni Asya cemaatini eleştirir, MSP’nin gayretini över. Böylece MSP ile Gülen arasında bir yakınlaşma başlar.

Merhum Erbakan, kurmaylarına “Fethullah Gülen hocamıza sahip çıkın, onun etrafında bulunun, yardımcı olun” talimatı verir. İşte bu yakınlaşmayla Fethullah Gülen’in yıldızı parlamaya başlar. Temelini attığı, alt yapısını oluşturduğu cemaat bir anda hareketlenir.

İzmir Bornova Kestanepazarı’na her taraftan akın akın insanlar gelmektedir. Cuma vaazları veren Fethullah Hoca’yı dinliyen konuklar, vaazdan sonra, Gülen cemaatine ait dershanelerde ağırlanır, teyp kasetlerinden Fethullah Hoca’nın önemli vaazları dinletilir.

Yeni Asya ileri gelenleri Fethullah Gülen ve cemaatini tamamen kopmaması için, Fethullah Gülen’in vaazlarından bazılarını ‘Hitap Çiçekleri’ adıyla kitaplaştırır. Fakat istenilen yakınlık kurulamaz. Bunun üzerine Mehmet Kırkıncı, Mustafa Sungur, Mustafa Bayram gibi ileri gelenler Fethullah Gülen’i ziyaret eder. Ne var ki Erbakan’ın da desteği ile artık kemikleşmiş bir çevre oluşturmayı başaran Fethullah Gülen, kendi hareket tarzında ısrarlı olduğu mesajını verir. Kemikleşmiş taban MSP’lilerden oluşmuştur. Mustafa Birlik, Kemal Erimez gibi Nurculuğuyla tanınmış güçlü kişiler de Fethullah Gülen’in yanında saf tutar.

Gülen’in en büyük avantajı, hitabeti, gözyaşı dökmesi, etkileyici yapısıdır. Zaten Yeni Asya cemaati gibi, kendi cemaati de artık kamplara, dershanelere, dergiye, yurtlara, en önemlisi zenginliğe sahiptir. Yeni Asyacılar gibi Nurcuların şematik örgütlenmesini kurmuştur.

MUHAFAZAKAR KESİMİN İLK BOYKOT KARŞITLIĞI

Bu dönemde Fethullah Gülen devlete yakınlığını da ilan etmeye başladı. 1977’de yurt çapında yapılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu eleştirir, ‘İslam’da boykot yoktur’ diye konuşarak boykotu kırar ve gücünü gösterir.

Bu noktadan sonra, Erbakan’ın da desteğiyle güçlendirdiği cemaatini Yeni Asya’dan ayırma zamanının geldiğini anlayan Gülen, Yeni Asya’yı çok siyasi olmakla, siyaseti hizmetin önüne geçirmekle suçlar.

Gülen bu eleştiriler ışığında Yeni Asya cemaatinden ayrılırken, bazı dershaneler de Fethullah Hoca’nın tarafına geçmiştir.

Gülen, 1978’de yayımlamaya başladığı Sızıntı dergisi etrafında oluşan beyin takımına sahipti. MSP’lilerin teşkilatlarının desteği de buna eklenince Fethullah Gülen ve cemaati etkili bir cemaate dönüşmeye başladı.

MSP’nin desteği ile cemaatler içindeki gücünü arttıran Fethullah Gülen MSP’li bir profilden de kurtulması gerektiğine karar verdi. Yurt müdürlüğü, cemaatin çeşitli kurumlarındaki görevler, dersane sorumlukları gibi çekirdek kadrolar, MSP’li olanların elinden alınıyor, kendisini Fethullahçı kabul edenlere devrediliyordu. Çoğu kimse bu dönüşümün farkında değildi. Yapılan değişiklikler ‘hizmette nöbet değişimi’ olarak sunuluyor ve öyle değerlendiriliyordu.

Fakat bir süre sonra MSP’liler durumu fark etti. Bu yüzden ortaya ‘MSP’lilik-Fethullahçılık’ tartışmaları çıktı. Fethullah Gülen 24 Haziran 1980’de yaptığı bir vaazda isim vermeden MSP’yi ve MSP’nin yayın organı Milli Gazete’yi eleştirince, arka planda süren şiddetli çatışma açığa çıktı.

Bu olay, Gülencilerle MSP’lilerin ilk gerginliğiydi. Bu sürede Gülenciler MSP’lilerin öfkesi ve görülmedik tepkisi yatışsın diye sessiz kalmayı tercih etti. Bu süreç içinde kendilerini bu noktaya getiren MSP’lilerin büyük bölümünü, bazı müritlerini de kaybetti.

MSP’nin tutumuyla sükunete kayan kavga sürecinde 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonucu MSP kapatıldı, Erbakan da cezaevine gönderildi.

Darbeciler ve cemaatler ittifakı

12 Eylül darbecilerinin kimi cemaatlerle de doğrudan ilişkiye geçmesi ve cemaatle yakınlık kurması dönemin en büyük sürprizi oldu.

Bu yakınlıktan olsa gerek, Fethullah Gülen hakkında aranıyor afişleri asılı olmasına rağmen Gülen darbecilere tam destek veriyordu.

Gülen mahiyetinde yayımlanan Sızıntı dergisinde askerleri öven başyazılar yazdı. Darbeden bir ay sonra yazdığı ‘Asker’ ile, daha sonra kaleme aldığı ‘Son Karakol’ başlığını taşıyan başyazılarda askerlerin ‘tepe’ bir varlık olduğunu söyleyerek, anadan doğma asker millet olduğumuzu belirtiyordu. Gülen’e göre, asker tam zamanında yetişmeseydi ‘Bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı.

Fethullah Gülen’in, darbecilerle kurduğu bu temas cemaatine devlet kadrolarında pozisyon almak adına önemli bir hareket kabiliyeti sağladı.

80’lerin ortalarına doğru Turgut Özal’ın da desteğiyle Emniyette görevli 2 komiser üzerinden, emniyet teşkilatına sızmaya başlayan Gülen cemaati aynı zamanda bu sızma sürecinde örtülü bir ittifaka da imza atmıştı.

Emniyetteki kolları M.S ve Polis Kolejinde görevli olan A.O.K kendilerine yönlendirilen ve tamamı Işık Evlerinde yetişen polis adaylarının yazılı ve mülakat sınavlarından sağlık raporlarına kadar tüm ayrıntıları titizlikle takip ediyordu.

Bugün emniyet teşkilatında aktif görevde olan bu iki ismin de çabalarıyla Gülen Hareketi mensupları emniyet teşkilatında ciddi bir atağa geçmişti.

Temel kadrolar oluşturulduktan sonra şimdi ana amaç Personel Daire Başkanlığı ve devamında İstihbarat ve Organize Şubelerde yapılanmaktı.

O dönem emniyet başta olmak üzere en kritik kurumlarda yapılanma içerisinde olan Sebatayist gruplarla örtülü bir ittifak kuran Gülen Hareketi, bu vesileyle Maltepe Askeri Lisesi üzerinden de TSK’ya sızma faaliyetleri yürütüyordu. (DEVAM EDECEK)

YAZININ KAYNAĞI İÇİN TIKLAYIN

MEDYAGUNDEM

soner-enis

FETÖ’nün Hürriyet ve CHP imamı!

Soner Yalçın Sözcü gazetesinde “Cemaat’in CHP imamı” başlıklı yazısıyla CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun FETÖ bağlantısını …

ilker4

Askeri darbe iyi bir şey öyle mi İlker Bey?

CNN TÜRK’te Tarafsız Bölge programında Ahmet Hakan’ın programına konuk olan 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, …

ilker

FETÖ ile Erdoğan tek başına mücadele etti

26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gülen Örgütü ile 2012-2016 arasında tek başına mücadele …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir