Anasayfa / GENEL / O linç dosyasını Birgün’e Fetullahçılar servis etti
birgun-muhsin

O linç dosyasını Birgün’e Fetullahçılar servis etti

AK Parti’den siyasete girip Mersin’den milletvekili seçilen Muhsin Kızılkaya son günlerde ona karşı düzenlenen bir linç kampanyasının mağduru. Kürt sorunu konusunda kalıcı barış sağlanması için yıllarca mücadele eden Kızılkaya Birgün gazetesi tarafından ‘eşini bıçaklayan adam’ ilan edilmesi karşısında ne diyeceğini bilemiyor. Kızılkaya “Benim anladığım, biz Akil İnsanlar Heyeti’ne seçilince Paralelciler hayatımızı didik didik edip dosyamızı hazırlanmış. Günü gelince de dosyayı Birgün’e vermiş” diyor.


Muhsin Kızılkaya ile geçen yıl bu zamanlar söyleşi için buluştuğumuz zaman, siyasete girmesi ufukta gözükmüyordu. Kürt bir aydın olarak kalıcı barış için her türlü desteği vereceğini söylüyordu ama yolun sonunun siyasete çıkacağını galiba kendisi de tahmin etmiyordu. Hayat işte! Aradan geçen zaman içerisinde Kızılkaya siyasete girdi, AK Parti’den Mersin milletvekili adayı oldu. 7 Haziran seçimleri sonrası vekil seçilerek daha önce hayatında bir kere gittiği Meclis’te görev yapmaya başladı. Şimdi dört yıl boyunca, eğer bir erken seçim olmazsa, yaşadığı İstanbul ile Ankara ve seçim bölgesi Mersin arasında mekik dokuyacak. Yıllardır sol cenahın içinde görünen, Kürt sorununun çözümü için uğraşan Muhsin Kızılkaya’nın AK Parti’den siyasete girmiş olması karşısında şaşıranlar oldu elbet. Ama kimileri şaşırmakla kalmadı onu ‘döneklikle’ suçladı. İşi daha ileri götürenler de oldu. Kızılkaya Meclis’te yemin ettikten kısa bir süre sonra, uzun yıllar köşe yazarlığı yaptığı eski gazetesi Birgün tarafından ‘eşini bıçaklayan adam’ ilan edildi. Vurun abalıya misali Kızılkaya’ya karşı bir linç kampanyası başladı. Onu ‘katil ruhlu cani’ bile ilan edenler oldu. Yani, ‘Silahlar sussun, hiçbir genç ölmesin’ diye yıllarca mücadele eden, şiddete hep karşı olan Kızılkaya, siyasete girmesiyle aşırı bir öfkeyle karşı karşıya kalmıştı. İstanbul, Ankara ve Mersin arasında mekik dokurken yolu bir günlüğüne İstanbul’a düşünce buluştuk kendisiyle, merak edilen ne varsa sorduk, o da samimiyetle cevapladı.

muhsin

– Siz hep sol cenahta görünen solcu olarak bilinen bir Kürt aydındınız. Nasıl bir süreç yaşanız da sağ bir partiden, AK Parti’den siyasete atıldınız ve milletvekili oldunuz?

– Kürtlük cephesinden bakarsak, 1977’de ortaokuldayken Hakkari’de bildiri yazarak siyasete bulaştım. O yıllarda Apoculuk diye bir şey vardı. Hatta bu akım Hakkari’ye girememişti. Bir tane bile Apocu yoktu. 1980’e kadar da olmadı. Bugün HDP’nin yürüttüğü Kürt siyasi hareketinin öncülü denilebilir. Ben o yıllarda da Apocu değildim. Bugün de değilim. Solculuk açısından bakarsak da durumu şöyle anlatayım. Ben 40 yaşına gelene kadar dar görüşlü olduğumu pek anlamadım.

– Nasıl bir dar görüşlülükten bahsediyorsunuz?

– 40 yaşımı geçene kadar kabaca, benim fikrim doğrudur, başka fikirler çok doğru değildir gibi bir düşünme tarzım vardı. Bir tür faşizm yani (gülüyor). En iyisini senin bildiğini düşünme hali. Ki böyle bir düşünme şekli sol cenahta vardır. 40 yaşını geçip yavaş yavaş olgunlaşmaya başlayınca, hayatta başka fikirlerin de varolduğunu, onların da kıymetli olduğunu, ifade edilmesi, yaşaması, öğrenilmesi gerektiğini anladım. Bu yavaş yavaş benim hayata, memlekete ve dünyaya bakışımı etkiledi. Solculuğun aslında bir tür sağcılık olduğunu da bu süreçte iyice anladım. İdris Küçükömer’in kitaplarını okumamıştım, okuyunca da bu düşüncem iyice netleşti. Ve hayatı ve dünyayı kavramada, izah etmede solculuk ve sağcılık kavramlarının yetersiz olduğunu gördüm. Artık dünya ve özellikle Türkiye, bu iki kavram üzerinden tanımlanamıyordu. Bunun için başka bir kavrama, yaklaşıma ihtiyaç vardı.

– Sizce nedir o yaklaşım ya da kavram?

– Demokratlık. Hayatta ya demokratsınızdır ya da değil. Şu an günümüz Türkiye’sinde demokrat insanlar da demokrat olmayanlar da her partide var. Bunlar partilere göre ayrılmış değil. Liberal demokrat olmak bir fikirdir ve bu fikir dağınık bir şekilde duruyor. Bunlar bir araya getirilebilir mi? Getirilmek zorunda değil. Türkiye’deki parti meselelerine bakarsanız, bir kümelenme üzerinden bir şeyi izah etmek çok zor. Ama bunu AK Parti kırdı. Daha doğrusu Özal’ın dört eğilimi birleştirmeye çalıştığı ANAP’ı ile başladı bu durum. Ama Özal pek işin içinden çıkamadı. AK Parti bunun biraz daha şekillenmiş tezahürü oldu 2000’li yıllarda. Yıllar geçtikçe de gördük ki, solcuların bu ülkede yapılmasını istedikleri tüm reformları AK Parti teker teker yapar oldu. Buna da sağcılar değil solcular karşı çıktı. O zaman şunu gördüm: AK Parti solcuların altındaki halıyı çekiyordu. O yüzden solculuk adına ortaya çıkmış insanlar bu partiye şiddetle karşı çıktılar.

MODA DEYİŞLE ‘DÖNMÜŞTÜM’

– Yani sol sağ, sağ sol oldu meselesi…

– Evet, dünyanın her yerinde sosyal demokrasi Marksizmden türeyen fikirler üzerinden kendine yol açar. Marksizmden türeyen fikirlerin de yoksullar tarafından desteklenmesi gerekir. Ama Türkiye’de öyle olmuyor. Sosyal demokrat fikirleri zenginler benimsiyor. Yoksul kesimi de muhafazakar sağcılar sahipleniyor. Dolayısıyla sağcılık ve solculuk açısından izaha muhtaç bir durum ortaya çıkıyor. Bunları görünce kafanızdaki her şeyi sorguluyorsunuz işte. Bunun için ben solculuktan AK Parti’ye girmeden önce moda deyişle ‘dönmüştüm’. Yani solculuğu, solcuyum diyen insanların tanımladığı gibi tanımlamıyordum artık.

– Bu süreç sonunda kendinizi nasıl tanımlar oldunuz?

– Kendimi liberal, demokrat bir insan olarak görüyorum artık. Bunu kabul edince de açıkça söyledim rahatladım. Benim gibi düşünmeyen insanların düşmanım olmadığını anladım. Onlarla oturup konuşabileceğimi, arkadaş olabileceğimi, gülüp eğlenebileceğimi, ağlayabileceğimi anladım. Zaten AK Parti’nin bize yaptığı en büyük iyilik budur. Kendi gettolarımızın duvarlarını yıkmamıza sebep oldu. Bu duvarları yıkınca aslında mahallelere ayrılmadığımız gerçeğini gördük. Biz bir mahalledeydik ama evimizin kapısını kapatmıştık. Şimdi kapılarımızı açtık. Kapılarımızı açınca da gördü ki, ne Ermeniler ne Kürtler ne Aleviler ne de muhafazakarlar öyle birilerinin hep söylediği gibi tukaka insanlar değilmiş. Aksine herkes çok iyiymiş.

– Peki siyasete girişiniz nasıl oldu, davet mi aldınız?

– Aslında 2007 yılında Kürt sorununun çözümüyle ilgili atılan o büyük adımlar barış için bir davetti. Ben de memleketin yavaş yavaş dönüşmeye başladığını gördüm. Yıllar yılı barış için uğraşmış bir insan olarak, sadece ve sadece bir gencin bile hayatı sönmesin diye gidip silahları sonsuza kadar susturalım istedim. Çünkü 50 yaşında bir insanım, 20 yaşında ölen bir gencin neleri ıskaladığını çok iyi biliyorum. Ki hepimizin siyasi amaçları ve onların gerçekleşmesi bir candan daha önemli değildir. Dolayısıyla bu barış daveti yapılınca ben de bunun takipçisi oldum. Bu süreç aktif siyasetin kapılarını açtı bana.

HANİ DEMOKRATTINIZ?

– Peki siyasete atılma sürecinde sizi neler şaşırttı?

– Vallahi solcular Recep Tayyip Erdoğan’ı toplumu kutuplaştırıyor, bizi ötekileştiriyor diye suçluyor. Siyasete atıldım, milletvekili oldum. Ya o eski mahallemden biri çıkıp tebrik etmez mi? Etmediler. Neyse dedim çok önemsemedim. Sonra ne oldu, 2002 yılında saçma sapan bir süreç sonrasında ortaya çıkan bir dosyayı, ki çoktan SEKA’ya gitmesi gerekiyordu, solcu denilen Birgün gazetesinde manşetten haber yaptılar. Hedef gösterdiler beni, linç kampanyası başlattılar. Kardeşim hani demokrattınız, hani her görüşe açıktınız, başkalarını tahammülsüzlükle suçluyordunuz, benim milletvekili olmama neden tahammül edemiyorsunuz?

– Birgün gazetesindeki çıkan o haberin aslı astarı nedir?

– Çok karışık bir mevzu aslında. Ama özü şu: Bir gün karım Gülistan, mutfakta kendini yaraladı. Tetanos aşısı yaptırmak istedi, kalktık hastaneye gittik. Pansuman sırasında bıçak yarası deyince doktor gidip bizden habersiz rapor tutmuş, raporu polise vermiş polis de savcıya. Sonra iddianame hazırlanmış, gıyabımızda mahkeme açılmış hakim de rapora bakarak, dikkatsizlik ve tedbirsizlikten beni para cezasına çarptırmış. Sonra bu karar bana iletildi. Avukatıma gittim, o da kararı iptal ettirmek için mahkemeye başvurunca hakim bizi çağırdı. Gülistan ile hakimin yanına gittik. Anlattık durumu. Hakim durumun saçmalığını anladı, fakat verdiği bir kararı da yok sayamıyor. Ama o ceza kararını iptal etmek için, sanki karımın bir şikayeti varmış gibi, ‘müşteki şikayetinden vazgeçmiştir’ diye bir ibare koydu. Bizi de evimize gönderdi. Yıllar sonra bu olay, Birgün gazetesinde ‘Özgecan’ın öldürüldüğü Mersin’den milletvekili seçilen Muhsin Kızılkaya karısını bıçakladı’ şeklinde karşımıza çıktı. Sonra da başladı linç kampanyası. Katil ruhlu diyen mi istersin neler neler söylendi.

– Siz Birgün’ün eski yazarısınız. Acaba işin doğrusu nedir denilip sizi neden aramamışlar. Bu konuda bir duyum aldınız mı?

– Birgün gazetesinin sadece eski yazarı değilim. Kuruluşunda da katkım var. Gazetenin kuruluşunda 13 sarı basın kartına ihtiyaçları vardı. Onlara kartımı verdim. Altı yıl gazetede köşe yazarlığı yaptım, bir kuruş para almadım. O zaman da ‘katil ruhlu karısını bıçaklayan adam’ değil miydim? Ama burada mesele Stalinist bir biçimde intikam almak. Hedef gösterip, itibarsızlaştırmak ve linç ettirmek. İşin aslını öğrenmek isteseler, ararlardı. Bir telefon kadar yakınım onlara. Ki eğer gazetecilikse mesele, zaten haberin öznesi olan beni aramaları gerekiyordu. Benim anladığım, biz Akil İnsanlar Heyeti’ne seçilince Paralelciler hayatımızı didik didik edip hepimizin dosyasını hazırlamış. Günü gelince de benim dosyamı Birgün’e verdiler.

– Peki bu hamle sizi şaşırttı mı?

– Solun mağduriyet psikolojisi üzerinden söylem geliştiren bir geleneği vardır. Şimdi de öyle zaten. Başlarına en ufak bir şey gelince mağduruz diye feveran ediyorlar. Ama şunu gördüm, o mazlum, mağdur halleriyle aman iktidarı ele geçirmeye görsünler! Zalimden daha zalim olabiliyorlar. İktidar dedimse kendi küçük dünyalarındaki iktidarlardan bahsediyorum. Allah bizi onların büyük iktidarından korusun. Eğer Recep Tayyip Erdoğan’ın elindeki güç onların eline geçse Gulag Takımadaları’ndaki gibi hepimizin derisini soyarlar.

– Bunlar başınıza gelince keşke siyasete girmeseydim dediniz mi?

– Pişman olmak yerine iyi ki de siyasete girmişim dedim. Çünkü bu tür insanların kirli yüzünü gördüm bu sayede.

YILMAZ ERDOĞAN BENİ HEP DESTEKLEDİ

– Yılmaz Erdoğan yakın arkadaşınız. O nasıl bakıyor siyaset maceranıza.

– Destekliyor. Sık sık konuşuyoruz. Yılmaz ve onun gibi arkadaşlarım “Sen oraya bir misyonla gittin. Uzlaşmacı, barışçı tavrını hep muhafaza et. Sana saldırsalar da onlara kulak asma” diyorlar.

– Peki siz böyle saldırgan bir tepki bekliyor musunuz?

– Vallahi HDP’lilerden bekliyorum. Ama en baştan söyleyeyim, yapmayın arkadaşlar. Sizin nasıl Kürt olarak HDP’de politika yapma hakkınız varsa benim de AK Parti’de politika yapma hakkım var. Gerçi parlamentonun çok farklı bir havası var. Sendika ya da dernek ofislerine benzemiyor. Slogan atıp bağıracağınız bir yer değil. Çok alçak sesle konuşsanız bile memlekete sesini duyurabileceğiz, muhteşem bir akustiği var. Öfkeden arınalım. Bizim tek amacımız olmalı, dağ başındaki çocukların elinden silahı almak, hiçbir şehidin arkasından gözyaşı dökmemek.

– Daha önce Meclis’e gitmiş miydiniz?

– İlk defa geçen yaz, Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı yemini ederken Meclis’e gitmiştim. Gazeteci arkadaşım Muharrem Sarıkaya Meclis’i dolaştırmıştı. İşte burası muhalefetin, burası iktidarın kulisi, şurada gazeteci olur falan demişti. O kadar. Tabii vekil seçilip gidince acemilik çektim. Bazen gidip muhalefetin kulisinde oturuyordum. Sonra Salim Uslu çok yardımcı oldu. Her şeyi öğretti.

KALICI BARIŞ İÇİN SİLAHLARI GÖMMEK ŞART

– Seçimler yapıldı, kartlar yeniden dağıtıldı. Bu seçimlerden çıkan yeni tabloya göre Çözüm Süreci’nde sizce nasıl bir yol izlenecek?

– Artık devletle Kürtler arasındaki müzakere bitti sayılır. Yani iki taraf arasında müzakere edecek pek bir şey kalmadı. Kürtler 80 vekili meclise gönderdi. Bu 80 kişinin yapması gereken şu: Meclise gelip bir basın toplantısı düzenlemek ve eş başkanların bütün vekilleri arkasına alıp kararlı bir şekilde ‘Ey PKK Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bitir. Bundan sonra biz burada müzakerenin temsilcisiyiz, bu müzakereyi biz yürüteceğiz’ demeleri. Çünkü onlar Kürt meselesini barışçı yollarla çözmek için görevlendirilmiş birer misyonerlerdir. Ha bunu demedikleri sürece müzakerelerin eski formatıyla sürdürülmesi mümkün değil. Eşyanın tabiatına aykırı çünkü. Halk seçimlerde konuştu, kararını verdi: “Ben barış istiyorum, silahlı mücadele istemiyorum. Bunun için de 80 milletvekilini meclise gönderdim. Benim taleplerimi onlar dillendirecek. Silahla mücadele verenler de bir kenarda dursun” dedi. HDP’lilerin yapması gereken de halkın istediklerine uyması.

– Peki sizce PKK silahları sonsuza kadar bırakır mı?

– Silahla mücadele ile demokratik hak talep edilemez. Eskiden Kürtler bu memlekette cumhurbaşkanı, başbakan olabiliyorlardı, doktor, avukat, overlokçu, son ütücü olabiliyorlardı. Bir tek Kürt olamıyorlardı. Çünkü Kürt oldukları zaman hiçbir şey olamıyorlardı. AK Parti iktidarından sonra Kürtler bu memlekette her şey olabiliyor. Kürt olup cumhurbaşkanlığına aday olabiliyorlar. Nurettin Yılmaz, 1979’da cumhurbaşkanlığına aday olmuştu. Biraz da oy almıştı. 12 Eylül sonrası tutuklandı, Diyarbakır Cezaevi’nde kaldı. Orada “Şu bize cumhurbaşkanı olacak Kürt’ü getirin bakalım” diye aylarca yıllarca “Sen nasıl cumhurbaşkanlığına aday olabilirsin?” diye işkence yaptılar. Ama bu memlekette 2014’te Kürt kimliğiyle siyaset yapan Selahattin Demirtaş çıkıp cumhurbaşkanlığına aday oldu ve yüzde 10 oy aldı. Yani çok şey değişti ülkede. Bundan dolayı kalıcı barış için silahları toprağın altına gömmek şart.

ELİMİZDEKİ VAZOYU BIRAKIRSAK PARAMPARÇA OLUR

– Sizce bu meclis aritmetiğinde halk ne dedi?

– Siyaset memleket hakkındaki fikirlerin devlet yönetiminde egemen kılınma sanatı aslında. Ama bizde birbirimize karşı düşmanlık olarak görülmüş. Bu düşmanlık hep öfke ile dışa vurulmuş. Bunun için de bir uzlaşma kültürü oluşamamış. Halk bu seçimlerde uzlaşma istedi. Her partiye belli oranda bir güç vehmetti ve “Gidin uzlaşın, bir hükümet kurun ülkeyi yönetin” dedi. Bana göre de ilk meclisten sonra ilk defa bu kadar çoğulcu bir parlamento oluştu. Her meşrepten, kültürden, kimlikten insan var mecliste. Ben de Meclis’teki bu uzlaşmanın temsilciyim.

– Peki siyasi partiler uzlaşın mesajını aldı mı?

– Mesela AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu hep uzlaşmacı bir tavır sergiledi, “Biz herkesle konuşuruz” dedi. Ama Kemal Kılıçdaroğlu “Biz bloğuz” dedi. Blok, eski bir Sovyetçi kelimedir. Bir şeye set çekmek demektir. Bunun için önce herkesin kafasındaki bu soğuk savaşı bitirmesi gerekiyor. Sonra meclis başkanlığı seçimlerinde gördük ki bu bir blok değilmiş. Devlet Bahçeli bir manevra yaptı ve blok falan kalmadı. Öte yandan MHP’nin HDP’ye karşı öfkesini de anlamak mümkün değil. O varsa ben yokum siyaseti çocukça geliyor bana. Senin de 80, HDP’nin de 80 milletvekili var. Sen bu 80 milletvekilini yok sayma gücünü kendinde nasıl görüyorsun? Öncelikle herkesin sakin olması gerekiyor. Bir kapalı toplantıda Ahmet Davutoğlu “Ben AK Parti’nin Doğu’da HDP’leşmesine, Batı’da MHP’leşmesine izin vermem” dedi. İşte bu büyük bir güvencedir herkes için. AK Parti ülkenin birleştirici gücü. Vazo bizim elimizde. Eğer biz vazoyu bir bırakırsak paramparça oluruz. Bunun sorumluluğu ve bilinci içerisinde herkesin davranması gerekiyor.

AK PARTİ-CHP KOALİSYONUNU İSTERİM

– Koalisyon kaçınılmaz, siz hangi seçeneğe daha yakınsınız?

– Vatandaş Muhsin Kızılkaya olarak gönlümden AK Parti-CHP koalisyonu geçiyor. Bunu özellikle CHP için istiyorum. Bir ideoloji gözlerini kör etmiş. Böyle bir koalisyon bu perdeyi yırtar, insanlar birbirlerini yakından tanır. Birbirlerini tanıyınca elmanın iki yarısı olduklarını anlayacaklar. Yoksa temel ilkeler var. Yeni bir anayasa, barışın kalıcı olması, memlekette yaşayan herkesin kendilerini bu memleketin yurttaşı hissetmesi, iyi bir ekonomi, haysiyetli bir dış politika istiyoruz. Ha bunları kim istiyorsa oturulur onlarla konuşulur. Bu temel ilkelerde mutabık kalınırsa bunların altını doldurmak kolay.

– AK Parti saflarına geçince, size partililer nasıl davrandı?

– Zaten eskiden beri beni tanıyorlar. Birçoğu ile de tanışıklığım vardı. Kendimi hiç yabancı bir yerde hissetmedim. Kesin olan bir şey var. Her partinin demokrat duruşu olan insanlara ihtiyacı var. Yeri gelince usturuplu bir şekilde “Arkadaş bu yanlış oldu, bu hatalı olur” gibi uyarılara siyasette ihtiyaç duyuluyor. AK Parti sadece ve sadece İslamcı gelenekten gelen dindarlardan oluşan bir parti değil. Önemli bir kısmı eski ANAP’lı DYP’li. Kürtler var, milliyetçiler var. Hatta TKP kökenli vekiller bile var. Bu anlamda çoğulcu bir siyasi parti. Mesela Meclis Başkanı adayımızı seçerken toplantılar yapıldı, herkese önerileri soruldu. En fazla oy alan iki kişi İsmet Yılmaz ve Nabi Avcı’yı Ahmet Davutoğlu çağırıp konuştu. Yani partide tabana kulak veriliyor. Mesela MHP ne yapıyor, parti başkanının söylediği son dakika sözü hemen parti politikası yapılıyor. Böyle bir şey AK Parti’de olsa mesela “Arkadaşlar bir konuşalım” derim.

YEMİN EDERKEN ARKALARINI DÖNDÜLER

– Vekil olunca hayatınız nasıl değişti?

– Artık hayatı üç şehre bölünmüş bir insanım. İstanbul, Ankara ve Mersin arasında mekik dokuyacağım. Yani hayat yoğun ama akıcı geçiyor, öyle geçecek gibi.

– Nasılmış siyaset dünyası?

– Vallahi siyaseti insanlar öfke sanatı olarak algılıyor. Siyaset bir insana yardım etmektir, derde çare olmaya çalışmaktır. Dolayısıyla ben birilerinin karşısına geçip öfke kusmayacağım. Siyaseti böyle görenler yemin töreni sırasında Orhan Miroğlu ile ben yemin ederken arkalarını döndüler bize. Biz 70-80 bin kişinin oyuyla seçildik. Siz o halka mı arkanızı dönüyorsunuz. Mesela Dengir Mir Mehmet Fırat AK Parti’nin kurucularından biriydi, HDP’den milletvekili seçildi. O yemin ederken AK Partililer arkasını döndü mü?

– HDP’lilerle tanışlığınız var mı?

– Hepsini tanıyorum. Ama Mersin’de seçim stratejileri, ‘Tayyip Erdoğan’ı başkan, Muhsin Kızılkaya’yı vekil yaptırmayacağız’ şeklindeydi. Allah’tan halk onların dediğini dinlemedi, vekil seçildim. Neden bizim yanımızda değil diye oluyor bütün bunlar. Ama anlamadıkları şu: Ben hiçbir zaman Apocu olmadım. Olsaydım, sizin yanınızda olurdum, her şeyi yapardım. Belki dağa bile çıkardım. Ama değilim. Ha ben ne zaman sizin yanınızdaydım, onu da hatırlatayım. Siyaset yapmanın, Kürtlerin hakkını savunmanın riskli olduğu zamanlarda yanınızdaydım. Şimdi Kürtçü olmak risk gerektirmiyor aksine itibarlı oluyorsun.

ILICAK VE ÖZKÖK NEREDEYDİ?

– Nasıl bir itibar bu?
– Hürriyet nezdinde kıymetli adam oluyorsun, CNN Türk’ün baş konuğu New York Times’in sevgili kulu oluyorsun. Bebek kafelerinde, Nazlı Ilıcak’ın yalısında partilere katılabiliyorsun. Ben sizin yanınızda olduğum zaman hepimiz cüzamlı gibiydik. Biz üç kişiydik sizin mahkemelerinize katılan, takip eden. O yıllarda yanınızda ne Nazlı Ilıcak ne Ertuğrul Özkök vardı. Bir tanesinin DGM kapılarında sizinle çekilmiş fotoğrafı yok. İşte o yıllarda o tavrı koymak risk gerektiriyordu. Ben o riski aldım, yanınızda durdum. Şimdi Muhsin Kızılkaya’nın durduğu yerde durmak riskli. Şimdi barışı, kardeşliği, birlik bütünlüğü savunmak riskli. Ben risk nerdeyse ordayım, kimse kusura bakmasın.

ÖNDER İSTERSE ONUNLA KİRLİ SENARYOLARI ENGELLERİZ

– Siz HDP’nin barajı aşmasını istemiyordunuz. Seçim atmosferinin sıcaklığında söylemiş bir istek miydi?

– Hayır. Ben silahlarını bırakmış PKK’nın, gelip seçime katılıp barajı aşmasını istiyordum. Çünkü muhatap kimse, devlet onunla görüşsün derdindeyim. Şimdi müzakerelerde oturup herkes şartlarını ortaya koyacak, HDP’liler, “Tamam biz bir dağa danışıp gelelim” diyecek. Bu durumda muhatap siz değilsiniz demektir. Ben ‘postacıların’ aradan çıkartılmasından yanayım. Sırrı Süreyya Önder’e de yazık. Uçağa binemediği için o kadar yolu gidip gelmesin artık. –

– Siz Sırrı Süreyya Önder ile sinemacı kökenli iki vekilsiniz Aranız nasıl?

– Çok eski arkadaşımdır. Sinemaya başlamasına önayak olmuş insanlardan biriyim. Çok yakındık, gülerdik eğlenirdik. O benden önce siyasete girdi. Kimi tavırlarını çok beğenmedim. Söyledim de. Sonra medya üzerinden bir iki ufak tatsız hadise yaşandı. Ama ben kimseye kırgın değilim. Henüz karşılaşıp merhabalaşacak bir ortam olmadı. Hayat farklı yerlere savurdu bizi. Eskiden ikimiz BKM’de çalışıyorduk film yapıyorduk, şimdi ikimiz de meclisteyiz. Milletin oyuncu olarak kullanılmak istendiği kirli senaryoları eğer isterse birlikte engelleyebiliriz.

(OLKAN ÖZYURT/SABAH)

MEDYAGUNDEM

birgun2

Gladyo paçavrasından Türkiye nefreti!

Gladyonun sol tetikçisi Birgün isimli paçavra, Yunan Sahil Güvenlik’in Türk yük gemisine saldırmasını haberleştirirken bile …

canakkale

Gladyo solcusu gazete köprüye de hayır diyor

Türkiye’nin mega projelerine karşı takoz olmaya çalışanlar, Çanakkale Köprüsü’nün temel atma gününde yine ortaya çıktı. …

birgun2

İçimizdeki Hollandalı Nazi artığı!

Birgün isimli solcu maskeli ama tamamen Gladyo ve emperyalist Batı’ya bekçi köpekliği yapan gazete, Hollanda’daki …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir