Anasayfa / GENEL / Erdoğan’a en yakın iki isim ilk kez konuştular
VARANK

Erdoğan’a en yakın iki isim ilk kez konuştular

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanları Mustafa Varank ve Aydın Ünal, kendilerinin de hedef seçildiği 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin perde arkasını anlattı: MİT böcekleri bulunca 7 Şubat’ı yaptılar. Paralel Yapı bir maşaydı, artık sadece bir demir yığını. O süreçte Erdoğan gerçek bir lider gibi davrandı. Merhum Adnan Menderes gibi kelepçeye el uzatmazdı.


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki 2 isim, 17-25 Aralık’taki operasyonda hedef alınan Başdanışmanlar Mustafa Varank ve Aydın Ünal ilk kez SABAH’a konuştu. Yaşananları ve perde arkasını anlatan 2 isim, Erdoğan’ın operasyonlara tepkisini ve diğer pek çok detayı gözler önüne serdi.

 17- 25 Aralık’ı nasıl tanımlıyorsunuz?
A.Ü.: 
27 Mayıs 1960’da açılan parantezin kapatılmasıydı. Artık seçilmiş hükümetlerin sandık dışında hiçbir yolla devrilemeyeceği çok güçlü biçimde görüldü. 17 Aralık girizgâhtı. 25 Aralık, bugüne kadar girişilmiş en kuralsız, ilkesiz, hukuksuz ve ahlaksız darbe girişimiydi. İstanbul Emniyeti’nde bazı odalarda, “25 Aralık’ta şu şahsı da aldığımızda Tayyip Erdoğan bitmiştir” diye cüretkâr konuşmalar yapılıyordu. Kendilerinden o kadar eminlerdi ki, işlerin yolunda gitmemesi durumunda ne yapacaklarını hiç düşünmemişlerdi. 17 Aralık ile 30 Mart seçimleri arasındaki medya ve sosyal medya saldırıları ise “Darbe sonrası itibarsızlaştırma” hareketleriydi.

17 ARALIK ÖN OPERASYONDU

M.V.: 17 Aralık kamuoyunu hazırlamak için yapılmış bir ön operasyondu. Asıl amaç 25 Aralık’tı. İlk aşamada Sayın Erdoğan’ın bazı aile fertlerini tutuklamaya niyetlendiler. Aile fertlerinden biri tutuklanmış bir başbakanın nasıl zor durumda kalacağını biliyorlardı. Savcıların canhıraş gayretlerini, polisleri, olmayınca jandarmayı devreye sokmak için nasıl uğraştıklarını biliyoruz. Ortada hukuk yoktu. Fanatik bir grubun iktidara yönelik apaçık bir darbe girişimi vardı.

 Erdoğan’ın o günlerdeki tavrı nasıldı? Sizce Erdoğan’ı da tutuklamaya çalışsalar ne olurdu?
A.Ü.: 
Cumhurbaşkanımız tam bir soğukkanlılık içinde ve lider edasıyla davrandı. Yüzünde en küçük bir çaresizlik ya da panik görselerdi, düşmanları gayretlenecek, millet ve ümmet olduğu yere yığılacaktı. Tayyip Erdoğan’ın gözünün önünde, Muhammed Mursi ve Adnan Menderes vardı. Boyun eğdiğinde başına neler geleceğini tahmin edebiliyordu. Kütahya yolunda askerlere teslim olan Menderes gibi yapmayacağı kesindi. Sürekli “beyaz kefene” vurgu yapması, Menderes’i hatırlatması, bu dava uğruna “ölümü kendi nefsinde öldürmekten” sıkça bahsetmesi de sanırım bundandı. Tutuklama için kendisine ulaşabilseler bile, karşılarında ellerini kelepçeye uzatacak bir Başbakan bulamayacaklardı; dik duruşuyla tarihe not düşecek bir cesaret abidesiyle karşılaşacaklardı. Bu boyutta saldırıları göğüsleyip karşı taarruza geçebilmek, hesap sorma noktasına getirebilmek, ancak büyük liderlerin yapabileceği bir şey olsa gerek.

MİLLET DE MÜSAADE ETMEZDİ

M.V.: Hayatı boyunca zorbalığa müsaade etmemiş bir lider, elbette bu hukuksuzluğa da müsaade etmezdi. Zaten millet de buna asla izin vermezdi.

 17 Aralık’tan 25 Aralık’a giderken alınan en büyük tedbir neydi?
A.Ü.: 
Efkan Ala’nın İçişleri Bakanı yapılması…

 Böyle bir darbe girişimi bekliyor muydunuz? Sizce neden bu işe giriştiler?
M.V.: 
Bu grup kafasında bir planla, devletin en önemli kurumlarında örgütlenmiş. Konjonktürel olarak AK Parti’ye destek vermiş olsalar da asıl niyetlerinin kendi ajandaları olduğu anlaşıldı. Belli güce ulaştıklarında “İktidarı devirebiliriz” vehmine kapıldılar. Erdoğan ve ailesinin harama bulaşmayacağını en iyi onlar biliyordu ama tepeden verilen talimatla saldırıya geçtiler. Paralel örgütün yönetici kadrolarının aslında AK Parti’yi sevmediklerini zaten düşünüyordum. Kendi sohbetlerinde nasıl haksız karalamalar yaptıklarını dostlarım aktarıyordu.

 Paralel Yapı yeni girişimlerde bulunabilir mi?
M.V.
: Böyle bir güçleri kaldığını düşünmüyorum. Maskeleri düştü, yüzleri ortaya çıktı. En önemlisi milletin vicdanında çoktan yargılanıp mahkûm oldular. Yıllarca “Biz hoşgörü ve diyalog cemaatiyiz” diyerek imaj oluşturmaya çalıştılar. Kendilerinden geçerek ettikleri beddualar, din sömürüsü, iftira ve küfürlerle kurdukları yalan imparatorluğu çökmüş oldu. A.Ü.: Bir maşa, eğer bir el tutuyorsa anlamlıdır, bir el tutmadığında sadece demir yığınıdır. Maşayı tutan el, maşanın işe yaramadığını görüp kenara fırlatıp attı. Bir yıldır, Fethullah Gülen tarafından verilen “Her şey yolunda” mesajları, örgüt tabanını bir arada tutma amaçlıydı. Bu gazı uzun süre veremezler. Haşhaş etkisi geçicidir. Taban bir kez soru sormaya başlayınca, ortada yapı kalmaz.

7 ŞUBAT, BÖCEKLERLE İRTİBATLI

 Paralel Yapı operasyon hazırlığına ne zaman başladı?
M.V.: 
Söylediğim gibi bu grubun zaten başından beri farklı bir ajandası olduğu artık aşikâr. Bu ajandanın iktidar tarafından farkedildiğini zannettikleri anda başka bir boyuta geçtiler. Elbette, Mavi Marmara hadisesi kırılmaydı. Tüm Türkiye şehitleri için üzülürken Paralel örgüt güneydeki sevdikleri ülkeye şirin gözükecek açıklamalar yaptı. Ben MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a karşı yapılan 7 Şubat hadisesinin Başbakanlık’ta bulunan böceklerle irtibatlı olduğunu düşünüyorum. MİT tarafından böcekler bulunduğunda bu yapı artık deşifre olduğunu düşünüp kendilerini deşifre eden MİT’e karşı 7 Şubat hamlesini yaptılar.
A.Ü.: 70’lerin sonundan itibaren üst akıl bu yapıyı zaten hazırda tutuyordu. Ama Türkiye’nin üst akıl için kontrolden çıktığı düşüncesi kuşkusuz One Minute hadisesiyle başladı.

 7 Şubat girişiminden sonra bu yapıya karşı gerekenler sizce yapıldı mı?
A.Ü.: 
“7 Şubat’tan sonra gereken yapılmadı” bence haksız bir eleştiri. Paralel Yapı gerçeği anlaşıldıkça, maskeleri düştükçe, siyaset de yolunu bunlarla ayırmaya başladı. Bunun bir anda ve sert tedbirlerle yapılabilmesi mümkün değildi.

BANA YAPILAN İTİBAR SUİKASTIYDI

 Sizin de telefonlarınız dinlendi. İlk fark ettiğinizde ya da ilk tapelerinizi yaydıklarında ne düşündünüz? Sizin, tüm danışmanların, dinlenmesi ile ne amaçlandı?
M.V.: 
Bana yapılan bir itibar suikastı idi. İnsan konuştuklarını, neyi ne için söylediğini bilir. Bir konuşmanın öncesini sonrasını yansıtmadan başını sonunu kırparsanız, elbette istediğiniz imajı oluşturursunuz. Paralel Yapı’nın ahlaksızlığının ispatlarından biri de nasıl yalanlarla iftira attıklarını bizzat yaşamamdır. Beni hedef almalarının nedeni Cumhurbaşkanımız’ın yanında kendilerine karşı en güçlü seslerden biri olduğum vehmine kapılmalarıydı. Avukatımın dava açma ve açıklama için gösterdiği birkaç döküm hariç, yayımladıkları hiçbir tapemi merak edip de dinlemedim. Başbakan/Cumhurbaşkanı bizim telefonlarımızdan konuşur, programları, randevuları bizim telefonlarımızda müzakere edilir. Bunları takip etmek, Cumhurbaşkanı’nı/Başbakan’ı takip etmek tir. Bu da sadece siyasi casusluk için yapılır.
A.Ü.: Beni dinlenme gerekçeleri, attığımız eleştirel tweetlerdi. Elbette, bizim ve danışman arkadaşlarımızın görüşmeleri üzerinden Sayın Cumhurbaşkanımızı, bakanları da dinliyorlardı. 25 Aralık’ın bilgisayarlardan kurtarılan polis fezlekelerinde, lideri Recep Tayyip Erdoğan olan bir çetenin mensubu olduğumuzu öğrenince şaşırdık ama gururlandık.

“GÜLEN’İ, TIPKI HUMEYNİ GİBİ GERİ GETİRECEKLERDİ”
 25 Aralık başarılı olsaydı devamı nasıl gelecekti? 

M.V.: Cumhurbaşkanımızı ve çevresini hedef aldıktan hatta tutuklandıktan sonra geriye bir şey daha kalıyordu. Kendilerine itiraz edecek, sesi çıkabilecek herkesi susturmak. Herkes alındıktan sonra bunlar Gülen’i, Humeyni gibi Türkiye’ye döndürmek isteyeceklerdi.
A.Ü.: Paralel Yapı, sahibi olan üst akla hizmet ederken, araya kendi şahsi işlerini de sıkıştırıyordu. Tahşiyeciler operasyonu böyle bir işti. TÜRGEV’i kendi yapılanmalarına rakip gördükleri için şahsi bir mesele olarak yok etmek istemişlerdi. Kendilerini eleştiren, gazetecileri sindiriyor, kurumlarda önlerini kesenleri acımasızca tasfiye ediyorlardı. Selam Tevhid diye uydurdukları örgüt davası da, hem şahsi işlerini halledecekleri, hem de üst akla hizmet edecekleri bir operasyondu.

‘TAPELERİMİ GAZETECİLER ÖNCEDEN BİLİYORDU’
Mustafa Varank: Bu süreçler yaşanırken hayret verici hadiseler oldu. Şahsen telefonlarımın dinlenebileceğini tahmin ediyordum ama yapılan dinlemelerin gazetecilere önden servis edildiğine şahit olmak insanı yine de etkiliyor. Saldırıların en yoğun olduğu günlerde arkadaşlarımızla aramızda her şeyi konuşuyorduk. Ben telefonda, paralel yapı gazetelerinden birinin tirajının şişirme olduğunun aşikar olduğu, bunun ispatının yapılabileceği çerçevesinde bir konuşma yapmıştım. Aradan birkaç gün geçmişti ki, o gazetenin Ankara Temsilcisi beni cepten aradı ve “gazetemizin tirajıyla alakalı talimat vermişsin” dedi. Şaşırmıştım, neye istinaden bunu söylüyorsun diye ısrarla sorduğumda alelacele telefonu kapattı. Bu gazetecinin benim konuşmamdan haberdar olmasının tek yolu telefon konuşmalarımın kendisine servis edilmesi olabilirdi. O konuşmalarımın tapesi illegal biçimde servis edildiğinde, o gazetecinin çok önceden o konuşmadan haberi olduğunu anladım. İşte bu adamlar böyle gazetecilik yapıyordu.

(MEHMET ALİ BERBER/SABAH)

MEDYAGUNDEM

ozkok

Alçak Özkök’e tepki yağıyor

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank, Hürriyet’teki bugünkü köşe yazısında yazdığı yazı ile büyük tepki toplayan Ertuğrul …

katil1

Doğan medyası teröre işte böyle cephane oldu!

Yeni Şafak gazetesinde Aydın Ünal’ın “Konu laikliğe nasıl geldi?” başlıklı yazısı şöyle: İstanbul’da bir eğlence …

selo-teror

DAEŞ’li teröristin üstüne Selo’yu salın!

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, en son Gaziantep’teki hücre evlerine gerçekleştirilen baskın sırasında peş …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir